1 MAYIS YAKLAŞIRKEN



            1 Mayıs yaklaşıyor. Türkiye’de "sol" hareket, bu süreci bir kez daha aynı eksende karşılıyor: CHP’de cisimleşen burjuva muhalefetin şemsiyesi altında, belirli sermaye kliklerinin koltuk değneği olarak. 19 Mart kumpasıyla birlikte gelişen kitle eylemlilikleri de göstermiştir ki, bu yapıların burjuva muhalefeti ile ilişkileri artık yapısal bir dönüşümünü tamamlamış, simbiyoz süreci sona ermiştir. İmamoğlu ya da CHP’nin ötesine geçemeyen, kendilerine dayatılan geleceksizlik ve seçeneksizliğe itiraz eden kitlelerin karşısına gerçek bir kurtuluş ufku ve devrimci taleplerle çıkamayan “sol”, sokaktaki binlerin özlem ve ihtiyaçlarını kendi elleriyle düzen içi kanallara yönlendirmiştir.

 

Oysa 1 Mayıs, işçi sınıfı ve ezilenlerin sermayeye ve onun iktidarına karşı uluslararası planda tek bir vücut halinde kendi talepleriyle ayağa kalktığı günün adıdır. 1886’da ABD’li işçilerin sekiz saatlik iş günü talebiyle başlattığı ve bu uğurda canlarını feda ettikleri mücadelenin günüdür. “Çalışarak yaşamak, savaşarak ölmek” şiarının vücut bulduğu 1 Mayıs, II. Enternasyonal’in çağrısıyla bir mücadele günü olarak ilan edilmiş ve bugün sermaye iktidarları tarafından bile kabul edilmiş olsa da, ruhuna uygun bir biçimde kutlanamamaktadır. Ne yazık ki ne bu ruhu taşıyacak enternasyonal bir mücadele örgütü ne de dünya sosyalist devrim partisi bugün varlığını sürdürmektedir.

 

İşte bu yüzden, Bolşevik-Leninist devrimciler 1 Mayıs’ın gerçek anlamını işçi, emekçi ve ezilen kitlelere anlatan bir tutum ve pratik hatla hareket etmeli, bu tarihi mücadele gününü yeniden devrimci bir içerikle doldurma çabası içinde olmalıdır. İşçi sınıfının gerçek kurtuluş mücadelesi, onu düzen içi çıkmazlara sürükleyen sahte "sol" temsilcilerinin ötesinde, gerçek enternasyonalizm ve devrimci marksizm bayrağı altında yükselebilir.

 

DÜNYADA SAVAŞ TAMTAMLARI, BÖLGEDE SAVAŞ TAMTAMLARI, ÜLKEDE İÇ SAVAŞ TAMTAMLARI ÇALIYOR

 

Rusya–Ukrayna savaşı, Filistin’de İsrail soykırımı, Suriye’de Esad’ın düşmesi, savaşın milyonlarca emekçi ve ezilen için ne anlama geldiğinin özeti gibiydi; Açlık, yokluk, yoksulluk, göç ve ölüm. Üstelik seferberliklerle üniformalar giydirilerek cephelere sürülenlerin yine yoksullar olduğunu, Ukrayna ordusuna katılmaya zorlanan çocuk yaştaki “askerlerden”, Rus ordusunun neredeyse tamamını oluşturan Kafkasyalı ve Orta Asyalı Türk ve diğer halkların etnik kökenli mensuplarından gördük, görmeye devam ediyoruz.

 

Aynı şekilde göç yollarında soğuk, açlık ve denizin ortasında boğulma tehlikesini yaşayanlar da yine ezilen-sömürülen yoksullar olarak karşımıza çıkmakta. Bu anlamda görmekteyiz ki kapitalist efendiler ve onların devletlerinin milyonlarca emekçi ve yoksula açlık, yoksulluk ve ölümden başka verebilecekleri hiçbir gelecek yok!

 

Trump’ın ABD başkanı olması ile beraber emperyalistler arası paylaşım mücadelesinin yeni bir evreye yükseldiğini, giderek bir dünya savaşının mayalanmaya başladığını görmekteyiz. Trump’ın İran’ı doğrudan hedef alması, Gazze’nin yıkım kararı, İsrail yayılmacılığının desteklenmesi ve hedefe direkt Çin’i koyan küresel ticaret savaşları, küresel planda giderek sertleşecek ve silahlı müdahalelerin geri dönülmez bir aşamaya ulaşabileceği düzlemlerin kapısını aralayacaktır. Belirtmeye gerek yok ki bu durumu durdurabilecek tek güç işçi sınıfı ve onun enternasyonal mücadelesidir. Ancak ne işçi sınıfının ekonomik mücadele aygıtları sermayeden bağımsız bir pozisyonda ne de uluslararası düşünebilecek ve de davranabilecek boyuttadır. Öbür yandan ne yerel ne de uluslararası düzlemde proletaryanın siyasal önderliği kazanılmış durumda değildir. Yaklaşık yüz yıldır işçi sınıfı politik öncüsünün yıkımını onaramamış, bu iddia ile ortaya çıkan özneleşmeler ise başarıya ulaşamamıştır. Bugün görev böyle bir öznenin yaşadığımız topraklarda ve dünya genelinde inşasını öncelikli, zorunlu, kaçınılmaz ve başlı başına uğruna mücadele edilmesi gereken bir ihtiyaç olarak dayatmıştır. Eğer bu başarılamazsa artık yaşanabilecek bir dünyanın dahi insanlığın elinde kalmayacağı, kapitalizmin dünyayı, insanlığı ve yaşamı bir felakete, yıkıma ve yok oluşa sürükleyeceği muhakkaktır. “ Ya barbarlık, ya sosyalizm!” şiarı bütün yakıcılığı ile karşımızdadır.

 

19 mart günü İBB başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali, gözaltı ve tutuklanması ile birlikte buna karşı meydana gelen kitlesel bir sokak hareketi, Gezi parkının bir yeni versiyonu olarak addedilen bir “öfke patlamasına” ve sokakları dolduran milyonlara tanık olduk, içinde yer aldık ve bu mücadelenin doğru kanallara akıtılabilmesi için mücadele ve müdahalelerde bulunduk. Belirtmek gerekir ki bu sokak hareketi programlı, hedefleri net ve sınıfsal bileşimi net bir eylemlilik süreci değildi. Gerçekten karşımızda bir “öfke patlaması” bulunmakta. Bu sokak hareketinin asıl bileşenini de gençlik ve öğrenci gençlik oluşturmaktaydı. Yaşanan ekonomik kriz, yoksullaşma, sermaye iktidarının artan çürümesi ve dağılması, geleceksizliğe itilen gençlik içindeki dinamikleri harekete geçirmiş ve sokakları doldurmasını sağlamıştır. Fakat özellikle burada karşımıza çıkan sermayenin iki fraksiyonu arasındaki mücadele ve bu mücadelenin iki farklı enstrümanı gerçekliğidir. Erdoğan iktidarı, devlet aygıtının yekpare gücüyle saldırmakta, buna karşılık olarak CHP de sokaklara akan milyonlarla yelkenlerini şişirip karşılık vermektedir. Gerçek odur ki iki sermaye fraksiyonunun da halk kitlelerine verebileceği bir gelecek yoktur! Erdoğan iktidarının her şeye rağmen endişelenmemesinin sebebi milyonlarca işçinin sessiz kalmasıdır. İşçiler ve emekçiler, bu kapışmanın bir tarafı olmamış; kendileri adına konuşanlar CHP kuyrukçuluğu yapmalarına rağmen, bu mücadeleye katılmamışlardır. Bütün bu gelişmeler karşısında yazık ki sol eliyle yeni bir “halk cephesi” anlayışı mayalandırılmakta, milyonlarca ezilen ve “sol” politik özneler sermayenin iktidar kavgasının aparatı pozisyonuna düşürülmektedir.

 

İşçi ve emekçilerin, öğrencilerin ve bütün ezilenlerin kurtuluşunun yolu sermayenin kuyruğuna takılmak değil, kendi talepleri ve mücadele programlarıyla, kendi örgütlerini inşa ettiği bir mücadele hattı örmektir. Bu anlamda mücadele hattımızı inşa etmenin yolu devrimci bir önderlik inşasına yoğunlaşmaktan ve birleşik bir işçi cephesi uğruna mücadeleden geçektedir.

 

YAŞASIN 1 MAYIS!

YAŞASIN SOSYALİZM!

Daha yeni Daha eski